herşeye yeniden başlamaktır aşk
zamansız
bekleyişlerin vuslatı
gülkurusu ufka sebepsiz
dalmak
bir ödül gibi kucaklamak
hayatı
toprak gibi karşılamak
yağmuru
yoketmek, değişmeyen
sınırları , gururu
mevsimsiz sevdaya
ateşe çiçek açmak
rüzgarla dansetmek
yeşertmek tohumu
hissetmek o keskin soluğu
aşktır aşk
onulmaz yaraları
onarmak...
Bir gün bir seyrinde
çiçeğim görsen
onu tek sen derdin
unutma beni
içlenir üzülür boynun
bükersen
uyan yokluğuma
dök kederini
hasret vuslat gibi
tuttu elimi
zaman acımasız
tüketti beni
aşkındır ödülüm
al bedenimi
hepten kül olmuşum
beni unutma
ya beni ben eyle
ya külüm savur
zamana bırakma
elim tez soğur
gönül hazan eyler
bahçeler kurur
aşkımla başına tac eyle beni...
Sendendir ruhumda ki
kahrolası inkarlar
hak etmediğin düşten
uyandırılmak da var
bir gün isyan çıkarsa
tüm zincirleri kırar
uyanıp boş duvarda
gölgeme bakmak da var
hangi can hangi canan
böyle acımasızca
kurnaz bir avcı gibi
sevdiğini yaralar
gözlerinde renk susar
kulaklarında sesler
bensiz bomboş bakışlar
nabzındaki aşk susar....
Ufuk çizgisi gibi çok uzaklarda
umarsız - gezgin
sevdanın sesi
kaçak, suskun zamana
sanki dört mevsim
karıştı deseni bir büyü gibi...
can da... dirilik
gönülde dildi
evim gökyüzü
gün gözlerimdi
bir nehir çağıl
sararken teni
öz kokusuyla
tek bedenimdi
aşk gibi hasreti aldım nabzıma
her atıştı adı sözüm geçmedi
yüreğim çok sevdi bu esareti
savruldu sevdanın çok uzağına...
gözüme yansıyan ışıktan
İzmir doğuyordu
ilk çığlığım küçücüktü
babamın başında
bayram rüzgarları
yüzün güneş yangını
tenim yedi renk
ak göğsün bir tadımlık hayattı anne
öğrettin ki yaşamak, huzurla güzel
ekmek kokusu gibi içime çektiğim
çiçek eker ellerin sabah akşam
yüreğimi bekleyen arda
boyunca serinlediğim
bak yine düşler sarıyorum içime
kimin yakamozuna
takılsa gözlerim
hedefi ıskalıyorum
kurudum bir ırmak kenarında
ezberimde çocuk masalları
sevmeyi bekliyorum anne
zaman başımda
yakamı bırakmayan
ödünç...
Umudu yağmurun
toprağa kavuşmaksa
umutlarım yağmurdan öte
sevdadır ekmeğim , suyum
İnançtır huzurum
boşuna sevmedim
gün ışığını
güneşti bir yarım
eski bir sevgili gibi
adım , adım
haykırıp
gökle yer arası bir yerde
seviştim yıldızlarla
iz bırakıp sonsuzluğa
paylaştım gökkuşağının
yedi rengini
bir gönül avcısı gibi
bayram çiçekleriyle alımlı
uzanıp yağmurun kucağına
kuşlar gibi özgür
süzüldüm uzaklara…
Bugünde üşüdü günden ellerim
gelip kollarına sığındım anne
yüzümde boşluğa dalan gözlerin
içimi kor gibi yakıyor anne
zaman acımasız alıcı kuşmuş
avutur dost gibi teni dokurmuş
her dokunuşunda bir rengi alıp
hayatı solduran kabusmuş anne
daha dün bahara tomurcuk gibi
rengini verip de iliştirmiştin
içinde ne varsa bu güne dair
sevgiyle gönlüme sen işlemiştin
şimdi güzel yüzün sararıp solmuş
türabı özleyen gözlerin dolmuş
diyorsun ki düze çıkmaz bu yokuş
tenindeki gök kuşağı kaybolmuş
zamandan bu kez çok yoruldum anne…
Ey! ...zaman içinde silinen sesim
bilince çağır gerçekleri
sahipsiz kalmasın
ölümsüz atlasın kum tanesi
suskun duvarların teri gelsin dile
soyunsun gizeminden imgelerim
son tufanda tükenen gençliğin
tüm renklerini harmanlayıp
kurtlar sofrasına bıraktım
soluğudur sevenin
şeffaf bir göze
al yaprağında bir gelinciğin...
Kaz dağı yamaçlarında
rüzgarla salınır
ağaç çilekleri
güzelliğine eşlik eder
dudakların tadında
ellerin yaprak yeşili
gözlerin, sabırsız ela
Tanrılar Tanrısı Zeus un
kızıl yaban çileği
görkemli bir seyir
........................bir ödül
kır sofrasında.
Ah! ...düşler olmasa
ne kalırdı yarına
hep doğudan
doğardı güneş
ay ışığına
üşürdü yüreğim
batardı limansız her gemi
ve bakışlarım öylece inmeli
gönlüm bir o kadar beklentisiz
eklenir hayata eskirdim
parça, parça her güne
her yenilgi bir ölüm
değişmezdi günlüğüm
giden yazı uğurlardı güz
pencerelerde
bana düş giydiren
acımasız yüz
öylesine bir hayat işte
gönülsüz
içimde kullanılmamış
özgürlük
ölmeden ölmek
düşsüz
Ah! ...düş vakti
gitmek zamanı şimdi
yaralı bir martı gibi
ağzımda yüreğim
öpsem...